“İnsanları tanıdıkça hayvanları daha çok seviyorum” demiş Goethe. Kaçımız insanları tanıdıkça onlardan vazgeçebilmeyi göze alıyoruz?
Merdümgiriz Farsça kökenli bir kelime olmakla birlikte, insanlardan kaçan, kalabalıktan hoşlanmayan kimse olarak açıklanır. Benim için insanlardan kaçmak yalnızlıkla eş anlamlıyken, bir çoğumuzun ise korkulu rüyasıdır.
Peki bu dünyaya yalnız geldik ve yalnız göçecekken bu korkunun sebebi nedir?
“İnsanları tanıdıkça hayvanları daha çok seviyorum” demiş Goethe. Sahi kaçımız insanları tanıdıkça onlardan vazgeçebilmeyi ve yalnızlığı göze alabiliyoruz? Ya da Goethe haklı mı? Gerçekten insanları tanıdıkça hayvanları daha mı çok seviyoruz, yoksa insanlara beslediğimiz sevgi karşılıksız kalınca, beklentimizi karşılamadıklarında hayal kırıklığına mı uğruyoruz? Sakın yanlış anlamayın, ben de sizler gibiyim. Yalnızlığı sevdiğimi iddia etsem de birkaç gün kendimle baş başa kaldığımda delirenlerdenim. Burada kimseyi savunacak değilim. Ben yalnızca duygulara yüklenen anlamların insan üzerindeki etkisinden bahsediyorum. Her şeyi çabucak tüketmeye programlı olduğumuzu düşünüyor, beklentilerimizi tatmin etmek için yüksek doza ihtiyaç duyduğumuzu gözlemliyorum. Halbuki her şeyin fazlası zarar değil mi? Ya da bizim hissettiğimiz duyguyu herkes aynı şekilde mi anlamlandırıyor? Mesela sevgi. Sokağa çıkıp bir anket yapsanız ve dünyanın kurtuluşu için ne gerektiğini sorsanız, çoğunluk sevginin gücünden, insanlığı kurtarabilecek tek duygu olduğundan bahseder. Tamamen safsata! Bir kere sevgi iç güdüsel değildir, acıkınca yemek yemek, susayınca su içmek gibi düşünülemez. Her duygu gibi sevgi de öğrenilir ve eğer sevgiyi yanlış kişilerden öğrenirseniz yapıcı değil, yıkıcı olur.
Aklınızdan geçenleri tahmin edebiliyorum. Bu da ne saçmalıyor şimdi diyorsunuz değil mi? Demeyin. Size daha anlaşılabilir olmak için birkaç örnek vereyim.
“Ya benimsin ya kara toprağın” sözü kaçımıza göre içinde sevgi barındırıyor hiç düşündünüz mü? Kaç kişi sevgisini ispat etmek için bu sözü kullanıyor ve kaç kişinin hoşuna gidiyor? Şimdi sevginin herkes için aynı olduğunu savunabilir misiniz? Ya da bu tür bir sevgiyi asla kabul etmeyenlerden misiniz? O zaman yanlış öğrenilmiş sevginin yıkıcı olduğu konusunda artık hemfikiriz. Peki kaçınız gece size “iyi geceler” demeden uyuyan sevgilinizi sizi eskisi kadar sevmemekle suçladınız? Beklentileriniz karşılanmadığında hemen kalbinizi yokladınız? Konumuz yalnızlıktı, bu sevgi işini de amma uzattım değil mi? Ama inanın anlamaya çalışıyorum. Başta da dediğim gibi tek başımıza geldiğimiz şu dünyada neden tek başına kalmaya bu kadar korkar olduk çözmeye çalışıyorum. İşin derinine inince de yanlış anlamlandırılmış sevgiden başka bir şey bulamıyorum. Zaten ne zaman ki sevgiye yüklediğimiz anlamlar değişecek ve sevgimizin beklentilerimizle doğru orantılı ilerlemesi gerekmeyecek işte o zaman yalnızlıktan da korkmayacağız. İçinde beklenti barındıran her türlü sevgi yıkıcıdır ve sizi kendinizden bir adım uzaklaştırır. Yalnızlık korkusu da tam olarak budur. Halbuki hepimiz biraz merdümgiriz olmalıyız üstadım. Üstelik yalnızlığın, ana rahmine düştüğümüz andan itibaren deneyimlediğimiz ilk duygu olduğunu düşünürsek öğrenmemiz gerekmeyecek, bilgilerimizi tazelememiz yetecek.
“Ah yok ben asla yalnız yapamam” diyorsanız size bir teklifim var. Hadi sizi çok sevenlere, onlarsız yapamadığınız ailenize ve arkadaşlarınıza bir sorun: kaçı sizinle birlikte ölüme gelecek? Hepsi ya sizi yolunuzdan döndürecek ya daa delirdiğinizi düşünecek. Cevap konusunda hem fikirsek yalnız geldiğimiz bu dünyadan yalnız gideceğimiz için bir an önce alıştırmalara başlasak iyi olur. Hem kim bilir belki kendimizi daha çok sevmeyi öğreniriz.
* Bu deneme, Zamansız Dergi için yazılmıştır.
コメント