top of page
Ara

ÖLÜMLE SOHBET

Her insan ölüme kavuşmak için yaşamıyor mu zaten?

- Beni duyabiliyor musun? Gözlerini aç. Beni duyabiliyor musun?

- Evet evet seni duyabiliyorum. Ben neredeyim? Sen kimsin? Etraf çok karanlık. Hareket edemiyorum. Nasıl bir yer burası böyle?

- Gözlerin alışınca nerede olduğunu anlayacaksın merak etme ve lütfen panikleme! Sanki seni buraya ben tıkmışım gibi yalvarıp yakarma da! Çünkü buraya bir kere girdin mi çıkış yolunu bulmak maalesef öyle kolay olmuyor. Bir şey daha var; seni kurtarmak ya da yol göstermek için burada değilim. Durumu anlamana yardımcı olacağım ve hemen gideceğim. Çünkü biraz acelem var. O yüzden şimdi lütfen derin bir nefes al; sanki mümkünmüş gibi… Ve iyice etrafına bak.

- Burası çok dar, kaçırıldım mı ben? Sen neredesin? Bu daracık kutunun içine nasıl girdim? Çıkmama yardım eder misin?

- Bak, ben işine karışmak istemiyorum. O yüzden lütfen biraz düşün. En son nerede olduğunu düşünmekle başla mesela. Sakinleş ve hatırlamaya çalış.

- Ben sanırım hastanedeydim; kanser tedavisi görüyordu… Oh hayır hayır! Ölmüş olamam değil mi?

- …

- Cevap versene! Neredeyim? Tabut mu bu? Öldüm mü gerçekten? Ölüm böyle bir şey mi?

- Evet öldün. Ama ölüm böyle bir şey mi sorusunun cevabı biraz karışık. Şimdi biraz sakinleşirsen en baştan almamız lazım tamam mı? Sen artık bir ölü olduğunu kabullenene kadar, ben biraz durumunu anlatmaya çalışayım.

- Sesin çok tanıdık geliyor. Kimsin sen?

- Sen hiç durmadan soru mu soracaksın? Gerçi yaşarken de böyle sabırsızdın. Dünyayı nasıl bıraktıysan burada da kaldığın yerden devam etmek istiyorsun; ama uyarayım, burası değişime başladığın yer, burası dünyayla bütün ilişkini kestiğin, başka bir sen yaratmak için ilk adımı attığın yer. Hoş geldin!

- Hala aynı bedenin içindeyim. Hani öldüğünde ruhun bedeninden ayrılıyordu ve kendine tepeden bakıyordun? Bir mutluluk ve sonsuz özgürlük hissi, hafiflik… Ve evet evet beyaz bir ışık huzmesi… Hiçbiri yok! Cenneti hak etmeyenlerin yaşadığı cehennemde miyim?

- Reenkarnasyona inanır mısın?

- Hayır.

- Peki ya öldüğünde sana yol gösterecek olan meleklere?

- Sen o melek misin?

- Pek sanmıyorum. Şimdi izin verirsen baştan başlamak istiyorum tamam mı? Artık biraz ciddileşmenin ve neler olduğunu anlamanın vakti geldi. Haydi bana ölmeden önce son hatırladıklarını anlat.

- Bir hastane odasındaydım. Doktor artık yapacak pek bir şey kalmadığını ve sevdiklerimle vedalaşmam gerektiğini söylemişti. İnanır mısın hiç korkmamıştım. Hasta olduğumu ilk öğrendiğimde ölüme o kadar uzak, o kadar hayat doluydum ki dehşete kapılmıştım. Ama sonra bu fikre alıştım. Ölümün korkunç bir şey olmadığını anladım belki de. Çünkü olabildiğince iyi yaşamıştım. Sevenim ve sevdiklerim çoktu. Annemin dediği gibi: “Allah sevdiği kullarını yanında istermiş” fikrine inanmıştım. Son gece kendimi iyi hissettim. Henüz çok genç olmama rağmen, dolu dolu yaşamıştım. Gözlerimin önünden film şeridi gibi geçen hayatımda kimseleri bilerek ve isteyerek kırmamıştım, sevmiştim sevilmiştim. Güzel bir karım vardı. Neyse ki annem demans hastasıydı ve evlat acısıyla yüzleşmek zorunda kalmayacaktı. Babamı iki yıl öne kaybetmiştik. Karımı düşününce… En çok onun için endişeleniyordum. Ben gidince yıkılmasından korkuyordum. Ama son gece onun elini tuttuğumda anladım. Çok güçlü bir kadındı ve atlatacaktı. Huzur hissettim. Artık geriye ne bir acı ne de umutsuzluk kalmadı. Hazırdım, itiraf etmeliyim ki öldüğümde yalnızca sesini duyduğum biriyle daracık bir yerde sohbet edeceğimi düşünmemiştim.

- Nasıl hayal etmiştin ölümü?

- Aslında hayal etmemiştim sanırım. İnsan hayatı boyunca ölünce neler olacağını merak ediyor da ölmeye yakın olunca sanırım kaderine razı olmayı tercih ediyor. Düşünsene ölümle ilgili onlarca tez var. Belki onlardan biri başına gelecek ya da sonsuz bir karanlıkta hapsolacaksın. Sen olsan başına gelecekleri düşünür müydün? Bu nasıl bir şey biliyor musun? Hayatın boyunca aradığın aşkı bulmuşsun gibi… Nasıl birini istediğini, nasıl bir ilişki istediğini, birlikte neler yapacağınızı hayal edip durursun da aşk başına gelince kafanda tasarladıklarının hiçbir önemi kalmaz. Aşık olduğun insan hayalinde canlandırdığına bile uymaz. Her şeye rağmen yalnızca ona kavuşmayı arzularsın. İyisiyle kötüsüyle yaşanacak her şeye hazırsındır.

- Sen ölüme kavuşmayı mı arzuladın?

- Böyle söylediğinde kulağa ürpertici geliyor. Her insan ölüme kavuşmak için yaşamıyor mu zaten? Ama bence ölüme yakın olduğunu anlayan her insan onu arzulamaya başlıyor. Bilinmezliğin büyüsüne kapılıyor beki de. Ya da ölümün ne olduğunu anlamaya başlıyor.

- Nedir ölüm sence?

- Şu anda daracık bir tabutun içinde olduğumu düşünürsek pek de hayal ettiğim bir şeye benzemiyor. Ama bir şekilde yaşıyorum değil mi? Seninle konuşuyorum; yani bir yerlerde, bir şekilde var olmaya devam ediyorum.

- Ölüm tam da hayal ettiğin gibi bir şey aslında. Ve şu an bir tabutun içinde değilsin; henüz değilsin. Morgda, cenaze gününü beklemek üzere çekmecenin içindesin. Aslında burada olmak zorunda bile değilsin.

- Ne demek istiyorsun?

- Reenkarnasyona inanır mısın?

- Bunu daha önce de sormuştun ve hayır demiştim. Neden ısrarla tekrarlıyorsun? Eski bedenim karanlık ve daracık bir tabuta girerken ben de yeni bir beden bulup karanlık ve daracık bir yerde yeniden dünyaya gelmeyi mi bekleyeceğim? Buna mı inanmalıyım?

- Ölüm ve doğum birbirine ne kadar da benziyor fark ettin mi? Karanlık ve daracık alanlarda hayat bulan insanların neden en çok karanlık ve daracık alanlardan korktuğunu hiç anlamıyorum. Çok saçma! Ölüm ve doğum diyorduk değil mi? Birinde toprağın altına girip tüm evrenle birleşiyor ve ruhuna yeni bir hayat veriyorsun, diğerinde ana rahmine girip tekamülüne başlamak üzere yeniden bedenleniyorsun. Bu arada reenkarnasyona inanıyorsun.

- Saçmalama. Bunu da nereden çıkardın?

- Hiç durmadan reenkarnasyondan bahsediyorsun.

- Hayır! Sen bahsediyorsun.

- Hadi bana neden burada olduğumuzu anlat. Sonsuz yeşilliklerde, ayağının altında çimenleri hissederek sonsuz maviliklere koşabilecekken neden bir morg çekmecesini tercih ettin?

- Sen kimsin? Söylesene! Sesin çok tanıdık geliyor.

- Sanki senin sesinmiş gibi değil mi?

- Bir dakika, kendi kendime konuşuyorsam sen nasıl oluyor da soruların cevabını biliyorsun.

- Burada herkes soruların cevabını bilir. Yalnızca yüzleşmek zaman alır. Bazıları kendi kendine çözer, bazıları yanında ölen yakınlarını ister, bazıları cehennemde yanar, bazıları da cennet bahçelerinde gezer. Bazıları ise arafta takılıp kalır. İşte en kötüsü de o araftır. Kısacası sen neyi hayal ediyorsan odur ölüm! İnançlarına göre şekil alan kendi gerçekliğindir.

- Ben bir morg çekmecesinde kendi kendimle sohbet etmeyi mi tercih ediyorum? Bu mu benim ölüm hakkındaki gerçeğim?

- Hayır, henüz reenkarnasyona inandığını kabul etmek istemiyorsun. Öldükten sonra yaşam döngüsüne adapte olmadan önce emin olmak istiyorsun. Aynen yaşarken yaptığın gibi, şüpheci yaklaşıyor ve kendini garantiye almaya çalışıyorsun. Aslında istediğin anda o çekmeceden çıkabilir ve nerede nasıl hayal ediyorsan o şekilde var olabilirsin.

- Mesela filmlerdeki gibi beni özleyenlerin yanında olabilir miyim? Mesela karımı görebilir miyim?

- Evet, ama bunu dünyada gerçekleştiremezsin. Karınla da beraber olabilirsin, ölen babanla da kavuşabilirsin.

- Ne demek dünyada gerçekleştiremezsin. Bu hastane morgu ne o zaman?

- Tamamen kendi bilincinde yarattığın gerçekliğin. Biraz daha açık olacağım. Yaşarken ölüm hakkındaki düşüncelerin nelerdi? Neye inanıyordun?

- Otuzlu yaşlarımda reenkarnasyona epeyce kafa yorup kitaplar okumuştum aslında. Ama hep bir şeyler eksik kalmıştı. Yanlışlarını düzeltmek üzere yeniden bedenleneceğine, ölümün bir son olmadığına inanmak insanın hoşuna gidiyor. Ama bir kanıtı yok öyle değil mi? Kırklı yaşlarımda ise daha rasyonel bir insan oldum. Her şey kararıyor, pamuğu tıkıyorlar ve son!

- Yok pamuk tıkamıyorlar, silikon kullanılıyor.

- Konumuz bu mu şimdi?

- Doğru haklısın. Hadi artık yavaş yavaş şu morgdan çıkalım. Çünkü burada saçma sapan şeyler düşünüyorum.

- Nasıl yapacağımı bilmiyorum. Buradan nasıl çıkacağımı bilmiyorum.

- Biliyorsun, burada cevapsız sorular yok, burada bilinmezlik yok. Sonsuz seçenekler arasında hayal gücünün sınırlarını zorlamak var.

- Cevapsız sorular yok öyle mi? O zaman bana cevap ver. Neden daha kırk sekiz yaşındayken kanserden öldüm?

- Bunu kendin istediğin için. Artık bu bedenle tekamülünü tamamladığın için.

- Saçma! Güzel bir hayatım vardı, mutluydum. Daha yaşanacak yüzlerce anım olabilirdi.

- Rasyonel bir cevap mı istiyorsun? Yoksa senin gibi duygusal mı olayım? Tamam kızma, ama cevabı kendin vermiştin zaten. Ölmeyi arzuladım dedin. Kanser olmayı da kendin seçtin.

- Bir insan nasıl böyle bir şeyi seçebilir?

- Tüm varlıkların ilerlemesine yol açan tek bir genel yasa vardır. Çoğal, çeşitlen, güçlü olanın yaşamasına, zayıf olanın da ölmesine izin ver. Bu evrimin kuralıdır. Evrim ise yalnızca bedensel değil aynı zamanda ruhsaldır. Sen zayıf olandın. Bedensel olarak zayıflıktan bahsetmiyorum. Ruhunun zayıfladığını hissetmeye başladığın anda hastalığı seçtin. Ölmek ve güçlenerek tekamül etmek istedin. Kendini yoktan var etmek istedin. Çünkü bu bedenle dünyadaki görevini tamamlamıştın. Yoluna devam etmenin zamanı gelmişti. Bazı ruhlar ise hastalanır ve iyileşmeyi tercih eder; neden biliyor musun? Çünkü çoğalıp çeşitlenmeye, aynı bedende güçlenmeye ihtiyaçları vardır.

- Ama benim hayallerim vardı!

- Ne gibi mesela?

- Terfi almıştım; Ege’de bir yazlık alacaktık, birkaç sene içinde emekliye ayrılacaktım.

- Bu anlattıklarının evrene bir faydası olduğunu düşünüyor musun? Yalnızca kendi saçma sapan hayallerini gerçekleştirmek için dünyada olduğunu mu sanıyorsun? Bu kadar basit mi?

- Değil mi?

- Bu evrende var olan her canlı bir amaca hizmet eder. Bunu unutan ve kendi ihtiyaçlarını, bütünün ihtiyaçlarının önüne koyan tek canlı ise maalesef insandır. Ne zaman ki yalnızca kendini düşünmeye başlarsın; demin anlattığın gibi hayallerin bir yazlık ve emeklilik ile sınırlanır ve artık bütüne fayda sağlamadığını fark edersin, işte o zaman evrene fayda sağlamanın yolu ne ise onu seçersin. Bana öyle bakma. Yalnızca kendini düşünen ve faydasız bir bencil olduğun için ölmedin. Bu seçim bazen kendi tekamülün bazen de çevrendekilerin tekamülü için gereklidir. Çok klasik olacak; ama insan hep çok büyük acılardan sonra gerçek benliğini bulma çabasına girer. Belki senin ölümün çok sevdiğin eşinin kendini bulması için gerekliydi.

- Bilemiyorum. Kafamda o kadar çok soru var ki, cevaplayamıyorum.

- Buraya alışma sürecinde cennette keyif çatmak ya da sevdiklerinle beraber olmak yerine kendi kendinle kalmayı seçtin. Acelemiz yok, vaktimiz çok. Vaktimiz çok deyince endişeye kapılma sakın. Burada zaman senin alışık olduğun gibi işlemez. Üstelik cevapları da biliyorsun. Yalnızca hatırlamıyorsun. Dünyaya gidip geri dönen herkesin başına geliyor bu durum. Belli bir süre sonra da buradaki her şeyi hatırlayıp dünyadakileri unutuyorsun. Doğduğumuzda neden konuşamadığınızı hiç düşündün mü mesela? Her canlının yavrusu kısa sürede dünyaya adapte olurken, insan bu süreci çok daha uzun sürede tamamlar. Çünkü bir bebek evrenin tüm sırlarını bilerek dünyaya gelir. Ama dünyadaki tekamülü için gerekli olan bilmek değil, unutmaktır. Aynı şekilde burada da dünyevi bilgilerin sana faydası yoktur. Dolayısıyla bir süre sonra da dünyadaki aileni, yaşamını, hatta hayalini kurduğun yazlığı bile unutacaksın. Çünkü seni var edenin bunlar olmadığını anlayacaksın. Yavaş yavaş anlamaya başlıyorsun değil mi?

- Evet, sanırım.

- O halde hoş geldin!

bottom of page